Jean-Pierre Melville'in 1967'li başyapıtı Le Samouraï, rahatsız edici bir gerilim müziğiyle ve samurayların ahlâk kodu olan Bushidō'dan «Bir samurayın yalnızlığı, ancak ormandaki aslanın yalnızlığıyla kıyaslanabilir» alıntısıyla başlar. Bu sahnenin en mühim yanı, ne kadar sıradan, alelâde olduğudur. yalnızca yatağında tüttüren protagonist Jef Costello'yu, ve hayattaki tek gerçek yoldaşı kafeslenmiş kuşunu görürüz. Bu sahne, tüm insanlığı sökülüp alınmış protagonistimiz Jef hakkında bize müthiş bir istihbarat sağlar. Hayatının hiçbir amacı yoktur, hiçbirşey keyif vermez. Tek iyi yaptığı şey insanları katletmek ona hiçbir memnuniyet vermez. Kiralık katil olmasının tek sebebi, bunun yapabildiği tek şey olmasıdır. Yine de işini iyi yapar ve elinden gelen tüm özeni gösterir. Jef dikkatli, titiz, kat'i ve savaşçı ruhludur ama tek sorun yanlış zamanda, ahlâksızlık ve irtikapla dolu bir dünyaya doğmasıdır.
Tıpkı Jef gibi Jane de çevresini çok iyi görebilen ve tanıyan biridir. Bir hayat kadınıdır; Etrafındaki hastalıklı dünyayı kendi fırsatına çevirmeyi bilmiştir. Birbirlerinde kendilerini görürler. İkisi de hayatta kalmaya mahkumdur. Jane, Jef'e sadıktır. Onu korumak, hayatına bir mânâ katar. Jef de bunu bilir ve aynısını hisseder.
Ama öldürmez; silah başından beri boştur. Jane'e olan suçlamayı şarkıcıya çevirir. Finalde, hayatına bir anlam bulmuş olarak ölür. Jane'i koruyabilmiştir ve bir kahraman olarak ölecektir.
Jean-Pierre Melville, söylemeye gerek yoktur ki, '40-'50-'60lar Japon sinemasından etkilenmiş bir yönetmendi. Modern ve kaotik bir dünya yaratır, ve bir samurayı bu dünyaya getirdiğinde olacakları tahayyül edip çekerdi. Le Samouraï'da da tüm karakter arkaplanlarını, diyalogu, hatta renkleri bile geri plana atarak Jef'in «insanlığı»na odakanmaımzı sağlıyor.
Jef, hayvanî bir insandır. Yalnızca hayatta kalmaya çalışır. Yalnızca ertesi günü çıkarabilmek için gerekeni yapar. Kendinden sonraki pek çok filme ilham olmuş Le Samouraï'ın, özellikle Scorsese'nin Taxi Driver'ında tesirini görürüz. Travis Bickle, Jef Costello'nun Amerikanize edilmiş bir versiyonudur. Arada farklılıklar vardır; Travis etrafındaki dünyayı anlamaktan acizdir. Kördüğüm olmuş bir benlik algısı vardır. Jef ise kim olduğunu bilir ve ona göre hareket eder. Çevresindeki dünyayı iyi anlar ve yorumlar. Kendi kişiliğini, bulunduğu dünyaya göre şekillendirir.
Film Paris'te geçer. idealize edilmiş, göz kamaştırıcı bir Paris değildir bu. Hatta tam tersidir. Filmin çoğu iç mekanlarda geçer. Dış mekan sahneleri ise genellikle yakın çekimlerden ibarettir, hep yağmur yağar ve çoğunlukla geceleyin geçer. Jef'in gözünde Paris, şehirlerden biridir sadece. İnsanlığı ele geçiren hastalığın sardığı bir diğer kent.
Kuşunun tek gerçek yoldaşının olduğunu söylemiştim; bunun üzerine gitmek istiyorum zira bence kafeslenmiş bir kuş Jef'in harika bir görsel tezahürü. Kuş çıkmak ve özgür olmak ister fakat içeride kalmaya «mahkûmdur». Jef dış dünyadan nefret eder ve kendisi içeride kalmayı «tercih eder». Jef kuşu salmaz, karşılığında kuş da ona bir şeylerin yanlış olduğunu anımsatır, hatırlatıcı bir imgedir.
Tıpkı Jef gibi Jane de çevresini çok iyi görebilen ve tanıyan biridir. Bir hayat kadınıdır; Etrafındaki hastalıklı dünyayı kendi fırsatına çevirmeyi bilmiştir. Birbirlerinde kendilerini görürler. İkisi de hayatta kalmaya mahkumdur. Jane, Jef'e sadıktır. Onu korumak, hayatına bir mânâ katar. Jef de bunu bilir ve aynısını hisseder.
Nihayet ikisi de polisin radarına yakalanır. Ve eğer yakalanırsa, polis sahte şahitlikten Jane'i de tutuklayacaktır. Jef, «Her şeyi düzelteceğim» diyerek bir jazz barındaki şarkıcıyı öldürmeye gider.
Ama öldürmez; silah başından beri boştur. Jane'e olan suçlamayı şarkıcıya çevirir. Finalde, hayatına bir anlam bulmuş olarak ölür. Jane'i koruyabilmiştir ve bir kahraman olarak ölecektir.