Yetiştir sâki, cana can katan şarabını
Nerede ki saf şaraptan âlâ kalp safâsı?
Nedir ki bu şarabın sana dargınlığı?
Bak, yine kadehine tuzlar saçıldı
Gülefşanlar ile mecliste kadehin ışığını bezme maytap ettin
Felek, divâneyi bile artık bezdirdin, çok cevrettin
Han, sen bu başındakiyle neyledin?
Tevbe kılıcınla bağrımı kan ettin
Gül renkli şarabın kan dolu gönlü yeter
Yok mu kader sırrından zerrece de olsa haber?
Gam denizinden geçmeye kadeh gibi gemi gerek
Gam köşesinde bırak ağlasın Han, güzel sevmek neyine gerek
Kâinat, yârin aşkıyla işrettedir.
Mezesi yıldızlar, şarabı şafak, sakisi göklerdedir
Gönül ehlinin alâmeti onun minderindedir
Zevk ve işret bezmine gir, hidâyet şarap meclisindedir
İster Rûm’a kayser, ister Acem’de selman ol
Zâhit’e uysak bulunur mu meyhâneninki gibi yol?
Vaaz meclisine oturmak alçaklıktır
Gel, meyhânenin başköşesine, en âlâ sofradır
Ey vâiz, bezm erbâbı meclisine varmaz, zırvalarına aç değil
Meyhâne, Muhammed Mustafa’nın bezmidir; boş meclis değil
Çiçekler sahâbe zümresi de değil ehl-i Beyt gül
Kenanlı Yusuf gibi çıktı da meclisimize girdi yine gül
Dara’yım, marifet memleketinin tahtında
Ankayım, dünyada bir dikilitaşım yoksa da
Gözün görebileceği mertebenin de âlâsında
Benim o, can bağışlayan nefesiyle İsâ
Vuslatın hicreti Kâbe yolundan beter
Geçtim o yoldan, dikenleriyle, teker teker
Safa bezmi mekân, şarabı zemzemdir
Meyhaneler Beytü’l-haram, meyhaneci şeyhü’l-hâremdir