James Stewart & Monako Prensesi Grace Kelly’nin başrol paylaştığı, gerilimin kralı Hitchcock’un başyapıtlarından, Cornell Woolrich’in It Had to be Murder başlıklı pulp novelette’inden uyarlanan [ki o da H. G. Wells’in Through a Window romanından uyarlamadır] 1954’lü Rear Window; bir ‘iş kazası’ sonucu bacağını kırmış fotoğrafçı L. B. “Jeff” Jefferson tekerlekli iskemlesinden apartman kompleksinin avlusuna bakan penceresi ardında dikilmek vasıtasıyla komşularını dikizlemesini konu alan bir röntengi hikâyesini anlatır. Filmin bir aralarında Grace Kelly, fotoğrafçımızın sevgilisi Lisa Fremont olarak filme dahil olur. Jeff’le evlenip eşinin fotomuhabirliği bırakmasını isteyen, yahut onunla yolculuklara çıkmak isteyen bu han’fendi bir Hitchcock klasiği olarak yaşını almış fotoğrafçımızdan daha genç, devamlı moda dergileri okuyan sosyetik bir sarışındır. İhtiyarlamış esas oğlanımız kıza olabildiğince hödük gibi davranır, evlenmek istemiyordur.
Komşularını dikizleme rutininde bir gün Jeff, komşusunun karısını öldürdüğünü gördüğünü düşünür. Şimdi, bu olayın delili çok azdır ve Jeff, olayı eski dostlarından olan antipatik bir memur dedektife anlattığında doğal olarak inandırıcı gelmez.
Tipik bir Hitchcock filmi olarak gerilim gittikçe artar, ilk kez izleyen izleyiciler asla kimin doğru kimin yanlış olduğunu anlayamaz vesaire vesaire.
Film dönemin pek çok fenomenine göndermede bulunur, hepsinden evvel Soğuk Savaş döneminde ABD’de giderek artan gözetlenme korkusu ve paranoya üzerine temellidir. Sonuçta ‘50lerde hangi Amerikan komşusunun bir Komünist Parti üyesi yahut da bir Sovyet ajanı olduğundan şüphelenmiyordu ki?
Bir başka önemli tema da, bana göre, fotoğrafçımızın bir ‘film izleyicisi’ olduğudur. Penceresinden farklı ‘ekran’lara bakar. Demek istediğim, dikizlediği komşularının her bir penceresi kendi başına sahnelenen bir filmdir, hayatına yansıyan başlı başlı başına hikâyelerdir. Tüm bu hikâyeler fotoğrafçımızın sevgilisiyle olan ilişkisi hakkında ona bir şeyler söyler. Film boyunca sevgilisine kötü davranması da şu soruyu ortaya çıkarır: Karısını öldüren komşu Lars Thorman, aslında L. B. Jefferson’ın da rahatsız olduğu sevgilisini öldürme arzusunu mu açık eder? Hitchcock’un da esas teması budur: Biz, izleyiciler olarak arzu ve isteklerimizi filmlere yansıtırız ve filmler de bize istediğimizi verir; genellikle şiddet ve cinayet. Peki bizim istediğimiz nedir? Bu soruyu da Hitchcock izleyiciye sorar.
Rear Windows'un deneysel yanlarından biri, neredeyse bir tek mekân filmi olabilir, sahneler daima fotoğrafçımızın 1+1 New York apartmanının içindedir. Her şeyi onun perspektifinden görürüz. Hitchcock’un bir diğer deneyi de filmde anlatısal hiçbir müziğin olmamasıdır. Açılış ve kapanış müziklerini saymazsak tüm müzik ve sesler film dünyasının içinden gelir; genellikle Jeff’in müzisyen komşusunun çaldığı bestelerdir.
Scorsese’nin deyimiyle film çekimiyle, sahneleriyle, bir New york apartman kompleksini gösteren sıfırdan kurulmuş setiyle, renk seçimiyle, ve özellikle L. B. Jefferson’ın ahlâken sınırda olmasıyla bir başyapıttır.
Komşularını dikizleme rutininde bir gün Jeff, komşusunun karısını öldürdüğünü gördüğünü düşünür. Şimdi, bu olayın delili çok azdır ve Jeff, olayı eski dostlarından olan antipatik bir memur dedektife anlattığında doğal olarak inandırıcı gelmez.
Tipik bir Hitchcock filmi olarak gerilim gittikçe artar, ilk kez izleyen izleyiciler asla kimin doğru kimin yanlış olduğunu anlayamaz vesaire vesaire.
Film dönemin pek çok fenomenine göndermede bulunur, hepsinden evvel Soğuk Savaş döneminde ABD’de giderek artan gözetlenme korkusu ve paranoya üzerine temellidir. Sonuçta ‘50lerde hangi Amerikan komşusunun bir Komünist Parti üyesi yahut da bir Sovyet ajanı olduğundan şüphelenmiyordu ki?
Bir başka önemli tema da, bana göre, fotoğrafçımızın bir ‘film izleyicisi’ olduğudur. Penceresinden farklı ‘ekran’lara bakar. Demek istediğim, dikizlediği komşularının her bir penceresi kendi başına sahnelenen bir filmdir, hayatına yansıyan başlı başlı başına hikâyelerdir. Tüm bu hikâyeler fotoğrafçımızın sevgilisiyle olan ilişkisi hakkında ona bir şeyler söyler. Film boyunca sevgilisine kötü davranması da şu soruyu ortaya çıkarır: Karısını öldüren komşu Lars Thorman, aslında L. B. Jefferson’ın da rahatsız olduğu sevgilisini öldürme arzusunu mu açık eder? Hitchcock’un da esas teması budur: Biz, izleyiciler olarak arzu ve isteklerimizi filmlere yansıtırız ve filmler de bize istediğimizi verir; genellikle şiddet ve cinayet. Peki bizim istediğimiz nedir? Bu soruyu da Hitchcock izleyiciye sorar.
Rear Windows'un deneysel yanlarından biri, neredeyse bir tek mekân filmi olabilir, sahneler daima fotoğrafçımızın 1+1 New York apartmanının içindedir. Her şeyi onun perspektifinden görürüz. Hitchcock’un bir diğer deneyi de filmde anlatısal hiçbir müziğin olmamasıdır. Açılış ve kapanış müziklerini saymazsak tüm müzik ve sesler film dünyasının içinden gelir; genellikle Jeff’in müzisyen komşusunun çaldığı bestelerdir.
Scorsese’nin deyimiyle film çekimiyle, sahneleriyle, bir New york apartman kompleksini gösteren sıfırdan kurulmuş setiyle, renk seçimiyle, ve özellikle L. B. Jefferson’ın ahlâken sınırda olmasıyla bir başyapıttır.