Kuşadası'nda Boğulma

 Hayat beni ve seni dört ayağımın üstünde kahrolmaya ve devamlı acı çekmeye zorluyor. İki tane ayak senin, tabii, öbür ayaklar da ebeveynlerinin yaşlı ve destekleyici ayakları. Bir tanesi artık çalışmıyor ve sen de benim üzerimde onu çalıştırmaya çalışıyorsun.


Yıldızlı bir gecenin altında, bir festivalin ışıklarının ulaşamadığı bir yerde, kumların üstünde, denizin dostça üstümüze gönderdiği dalgalarının sesleri benimkilere eşlik ederken sen o ayaklardan birini benim tenimin üstünde, terimizin birleşiminde, dudaklarımızın birbiriyle sahte ve aslında ikimizin de nefret ettiği bir şefkatle sürtünüşünde, saç tellerimin arasından soluduğun tuzlu havada ve artık İpek Yolu’ndan bir farkı kalmamış içimde arıyorsun.


Sevgi eksikliği insanı “insan” yapar, tamamiyle “insan”. Sevgi kurtarır bizi barbarlıktan, mağarada bir ateş, birkaç ölü hayvan ve cinsel yerlerini yapraklarla örtmüş bir partnerle geçirmiş olduğumuz yaşamdan alıkoyar, bizi bir kaçkından medeni birine döndürür, ki sen öyle yaşayamayacağın için o şekilde değilsin sadece. Sevgi eksikliği bende babanı gösteriyor sana, bende buluyorsun. Babandan böylece intikam alıyorsun. 


Üstümde tüm atalarının, tüm maymunsu dedelerinin çığlıkları kulaklarıma akıyor.

Ben senin üstümde sertçe ama bir yandan sanki akmayan bir musluktan su emmeye çalışırmışçasına kaymalarından kendi annemi hatırlıyorum. İkimizin ebeveynleri ikimizin ruhundan çıkıp tam üstümüzde, çadırın üstünde buluşuyor. Benim kalbim boşalıyor sanki, içinden annemin sarı saçları ve kırışıklı yüzü çıkıyor, benim adımı söyleyen. Babanın elindeki sopa anneme korku veriyor.


Gözlerinden ve burnundan akan ter vücuduma düşerken sanki “Baba!” diye bağırıyor bana, damlanın düşme sesi benim kulaklarıma mı böyle geliyor, yoksa gerçekten mi öyle, yoksa ikisi aynı şey mi? Benim bağırışlarım annemin ağlayışlarını seslendiriyor, ağzım annemin ağzı oluyor, annem benim ağzımdan ağlıyor. Ebeveynlerimiz bizi ele geçiriyor. Baban anneme bağırıyor, ama aslında iki kişiyiz.


Bir varlık dünyaya getirip onu işkence kurbanına çevirmenin bedeli bu akşam ödeniyor, hemen şu an. Ruhum büzüşüyor, buna rağmen senin ruhun beni kapsıyor, içine alıyor ve beni esir alıyor. Bağırıyorsun “Baba!” diye kulağıma. Üzerime yığıldın.


Kuşadası ve bize yaşattıkları. Tüm babasız yetişmiş, tüm büyütülmemiş ama sevgi eksikliğinin yakarak pişirdiği, annesiz yetişmiş ve annesi babasının esareti altındayken babasının sözleri içindeki ruhu kesmiş çocuklar, tümü üstümüzde buluşuyor. Ben daha da küçülüyorum. Birbirimize sevgimiz yıllanıyor, bir bağımlılık gibi oluyor.

Birbirimize sarılıp dinlenirken içimizdeki eksiklik birbirimizle doluyor, birbirimizin ruhundan bize veda ederken küfrederken çıkan ebeveynlerimizin yerine birbirimizin yorgun ve üzgün yüzleri geliyor. Kendimizi birbirimizle doyurmaya çalışıyoruz.


Ebeveynler kendi başarısızlıklarının yansıması olan davranışlarımızın suçlarını yine bizde bulur. Sevgi yokluğundan birbirimizin altında ruhumuzu vermemiz, ağladığımız sayısız diz, sayısız omuz, çektiğimiz onca acı onların yokluğu biraz dolsun da kendimizi yaşamak için değer hissedelim diye. İlgisizliklerini bir şekilde telafi etmenin, üzerine düşünüp kabul etmemenin ve vahşi geceyi kendimizi imha etmeden geçirmenin bir yolu, her zaman o yolu bitiremesen bile. Bu da bizim bu yolu denememiz. Bu gece Kuşadası’nın tüm sevilmemişleri birbirini seviyor.


Denizde birbirimizin elini tutarken yıldızların içinden anne babamızı çiziyoruz, beni evden atarkenki, senin babanın seni döverkenki yüzü karşımızda. Ruhlarımız suyun içindeki planktonlardan birbirlerine atlıyor ve ellerimizden yardım alarak birbirimizin kalbine bağlanıyor. İkimiz de hıçkıra hıçkıra ağlıyoruz. Ağzımız kalbimizce kontrol ediliyor; “Anne!” diye bağırıyorum, sen de “Baba!” diye bağırıyorsun göğe, duyacaklarmış gibi, bir umutsuzlukla, nefret ve yine de biraz da muhtaçlık ve özlem içeren bir ses ile. Boğuyoruz birbirimizi. İkimiz de sevinç içinde, bir kavuşma sevinci içinde, salak bir özgüven ile, birbirimize duyduğumuzu sandığımız çocukça bir sevgi ile birbirimizin boğazlarını kilitliyoruz. 


Birbirimize muhtacız. Anne, geliyorum!

Boğuluyoruz. Ruhlarımız yukarı doğru birbirlerini sararak gidiyor.


Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski